mânâsıyla söyler ve bütün letâifiyle hisse alırlardı.
Halbuki, o infilak ve inkılâbdan sonra, git gide letâif uykuya ve havâs o hakàik noktasında gaflete düşüp, o kelimât-ı mübâreke, meyveler gibi, git gide ülfet perdesiyle letâfetini ve tarâvetini kaybeder. Âdetâ sathîlik havasıyla kuruyor gibi, az bir yaşlık kalıyor ki, kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla, ancak evvelki hali iâde edilebilir. İşte bundandır ki, kırk dakikada bir Sahabenin kazandığı fazîlete ve makama, kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir.
Üçüncü Sebep:
On İkinci ve Yirmi Dördüncü ve Yirmi Beşinci Sözlerde ispat edildiği gibi, nübüvvetin velâyete nisbeti, güneşin ayn-ı zâtı ile, aynalarda görülen güneşin misâli gibidir. İşte daire-i nübüvvet, daire-i velâyetten ne kadar yüksek ise, daire-i nübüvvetin hademeleri ve o güneşin yıldızları olan Sahabeler dahi daire-i velâyetteki sülehâya tefevvuku olmak lâzım geliyor. Hattâ, velâyet-i kübrâ olan verâset-i nübüvvet ve sıddîkıyet-ki, Sahabelerin velâyetidir-bir velî kazansa, yine saff-ı evvel olan Sahabelerin makamına yetişmez. Şu Üçüncü Sebebin müteaddit vücûhundan Üç Vechini beyân ederiz.
• Birinci Vecih: İçtihadda, yani istinbât-ı ahkâmda, yani Cenâb-ı Hakkın marziyâtını kelâmından anlamakta Sahabelere yetişilmez. Çünkü, o zamandaki o büyük inkılâb-ı İlâhî, marziyât-ı Rabbâniyeyi ve ahkâm-ı İlâhiyeyi anlamak üzere dönerdi; bütün ezhân istinbât-ı ahkâma müteveccih idi, bütün kalbler "Rabbimizin bizden istediği nedir?" diye merak ederdi. Ahvâl-i zaman, bu hali işmâm ve ihsâs edecek bir tarzda cereyan ediyordu; muhâverât bu mânâları tazammun ederek vuku’ buluyordu.
İşte, bunun için her şey ve her hal ve muhâvereler ve sohbetler ve hikâyeler, bütün o mânâları bir derece ders verecek bir tarzda cereyan ettiğinden, Sahabenin istidadını tekmil ve fikirlerini tenvir ettiğinden, içtihad ve istinbâtta istidadı kibrit derecesinde nurlanmaya hazır olduğundan, bir günde veya bir ayda kazandığı mertebe-i istinbât ve içtihadı o Sahabenin derece-i zekâvetinde ve istidadında olan bir adam, şu zamanda on senede, belki yüz senede kazanmayacaktır. Çünkü, şimdi saadet-i ebediyeye bedel, saadet-i dünyeviye medâr-ı nazardır. Beşerin nazar-ı dikkati, başka maksadlara müteveccihtir. Tevekkülsüzlük içinde derd-i maîşet, ruha sersemlik ve felsefe-i tabiiye ve maddiye akla körlük verdiğinden, beşerin muhît-i içtimâîsi o şahsın zihnine ve istidadına içtihad hususunda kuvvet vermediği gibi, teşettüt veriyor, dağıtıyor. Yirmi Yedinci Sözün içtihad bahsinde, Süfyân ibn-i Uyeyne ile onun zekâveti derecesinde birinin muvâzenesinde ispat etmişiz ki, Süfyân’ın on senede kazandığını öteki yüz senede kazanamıyor.
• İkinci Vecih: Sahabelerin kurbiyet-i İlâhiye noktasındaki makamlarına velâyet ayağıyla yetişilmez. Çünkü, Cenâb-ı Hak bize akrebdir ve herşeyden daha ziyâde yakındır. Biz ise, ondan nihayetsiz uzağız. Onun kurbiyetini kazanmak iki sûretle olur:
Birisi, akrebiyetin inkişafıyladır ki, nübüvvetteki kurbiyet ona bakar ve nübüvvet verâseti ve sohbeti cihetiyle Sahabeler o sırra mazhardırlar.
İkinci sûret, bu’diyetimiz noktasında kat-ı merâtib edip bir derece kurbiyete müşerref olmaktır