Şuâlar Eddâi

Kab İbn-i Lüeyy ve Yemen ve Habeş padişahlarından Seyf İbn-i Ziyezen ve Tübba gibi çok arifler, o zaman evliyaları pek sarih bir surette Muhammedin (a.s.m.) risaletinden haber verip şürlerle ilan etmişler. On Dokuzuncu Mektubda ehemmiyetli ve kati bir kısmı yazılmış. Hatta, o pardişahlardan birisi, demiş: "Ben, Muhammede (a.s.m.) hizmetkar olmasını bu saltanata tercih ederim." Birisi de demiş: "Ah ben ona yetişse idim, onun ammizadesi olurdum." Yani, Hazret-i Ali gibi fedai bir hizmetkarı ve veziri olurdum. Her ne ise, tarih ve siyer kitapları bu haberleri tamamen neşr ile, bu arifler, risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) kuvvetli ve külli sadıkıyetine imza basıyorlar.
Hem, o arifler ve kahinler gibi risalet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) gaybi haber veren ve sözleri işitilen ve şahısları görünmeyen hatif denilen ruhaniler, pek sarih bir surette Muhammedin (a.s.m.) nübüvvetinden haber verdikleri gibi, çok muhbirler, hatta saneme kesilen kurbanlar ve sanemler ve mezar taşları nübüvvetinden haber vermeleriyle onun risaletine ve hakkaniyetine imza basıp tarih lisanıyla şahadet etmişler.

· On dördüncü şehadet:
Kâinatın kuvvetli şehadetine işaret eden bu Arabi fıkra:


Kainat, gayeleri ve onda tezahür eden makasıd-ı İlahiye ile Muhammedin (a.s.m.) cami risaletine şahadet eder. Çünkü, kainatın yaratılış gayelerinin ve ondaki makasıd-ı İlahiyenin, mevcudatın vazifelerinin ve kıymetinin anlaşılması, hüsün ve kemalinin tebarüz etmesi, hakikatlerindeki hikmetlerin tahakkuk etmesi, insanlar içinde peygamberlerin gönderilmesine, bilhassa da risalet-i Muhanımediyeye (a.s.m.) bağlıdır. Zira, bütün makasıd-ı İlahiyeyi en açık olarak gösteren ve bu gayelerin en etmem medarı risalet-i Muhammediyedir. Şayet o olmasaydı, bu sermedi manalar taşıyan büyük bir kitap hükmündeki mükemmel kainat, hebaen mensur gider, manasız kalır ve kemalatı sukut ederdi. Bu ise pek çok vücuh ve cihetlerle muhaldir.