Kàmus’u hıfz ettiği sorulduğunda, "Kàmus, her kelimenin kaç manaya geldiğini yazıyor; ben de, bunun aksine olarak, her manaya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir kàmus vücuda getirmek merakına düştüm," cevabında bulundu.
Mezkûr türbeye kapandığı vakit, küçük biraderi Mehmed yemeğini getiriyordu. Yemek içindeki taneleri, kubbenin etrafında bulunan karıncalara vererek, kendisi ekmeğini yemeğin suyuna batırarak kanaat ediyordu.
"Neden dolayı taneleri karıncalara veriyorsun?" denildiğinde, "Bunlarda hayat-ı içtimaiyeye malikiyet ve fevkalade vazifeşinaslık ve çalışma bulunduğunu müşahede ettiğim için, cuınhuriyetperverliklerine mükafaten kendilerine muavenet etmek istiyorum" cevabında bulunmuştur.
HAŞİYE
Tillo’da iken, bir gece Şeyh Abdülkàdir-i Geylanî Hazretlerini (k.s.) rüyasında görür. Geylanî Hazretleri (k.s.) kendisine hitaben:
"Molla Said! Mîran aşîreti reisi Mustafa Paşaya gidiniz ve kendisini tarîk-ı hidayete davet ediniz; yaptığı zulümden vazgeçerek, namaza ve emr-i marufa müdavim olmasını tavsiye ediniz. Aksi takdirde öldürünüz."
Molla Said, bu rüyayı görür görmez, hemen tedarikini yaparak Mîran aşîretine doğru Tillo’dan hareket eder; doğruca Mustafa Paşanın çadırına girer. Paşa orada bulunmadığından, biraz istirahat eder.
Sonra Mustafa Paşa içeri girer. Orada hazır olanların hepsi kıyam ettikleri halde, Molla Said yerinden bile kımıldanmaz. Paşanın nazar-ı dikkatini celb edince, aşîret binbaşılarından Fettah Beyden kim olduğunu sorar. Fettah Bey, meşhur Molla Said olduğunu bildirir. Halbuki, Paşa ulemadan hiç hoşlanmazdı. Şüphesiz, bunun üzerine daha fazla kızmış ise de izhar etmemişti. Molla Said’e ne için buraya geldiğini sorunca, Molla Said cevaben, "Seni hidayete getirmeye geldim. Ya zulmü terk edip namazını kılacaksın, veyahut seni öldüreceğim" demesinden, Paşa hiddetlenerek dışarı çıkar. Biraz dolaştıktan sonra yine çadıra girer ve Molla Said’e ne için geldiğini tekrar sorar.
Molla Said, "Sana söyledim ya, onun için geldim" der.
Mustafa Paşa, çadırın direğinde asılı bulunan Said’in kılıncına işaret ederek,
"Bu pis kılınçla mı?"
Bediüzzaman, "Kılınç kesmez, el keser" cevabında bulunur.
HAŞİYE
1935’te Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde "Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?" sualine cevaben, "Eskişehir Mahkeme Reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden, benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayatım ispat eder" diyerek yukarıda zikredilen "karınca hadisesini" anlatır ve şöyle der:
"Hulefa-i Raşidîn, herbiri, hem halîfe, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber, Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat, manasız isim ve resim değil, belki hakîkat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan, mãna-i dindar cumhuriyetin reisteri idiler."