Tarihçe-i Hayat Birinci Kısım: İlk Hayatı

Sual: "Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hatta, adeta, ’Hürriyette, insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla birşey denilmez’ diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?"
Cevap: Öyleler hürriyeti değil, helki sefahet ve rezaletlerini îlan ediyorlar ve çocukbahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zîra, nazenin hürriyet, adah-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lazımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır. Hürriyet, umum efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.
Fakat, ey göçerler! Sizde olan yarı hürriyettir, diğer yarısı da başkasının hürriyetini bozmamaktır. Hem de kùt-u layemut ve vahşet ile alûde olan hürriyet, sizin dağ komşularınız olan hayvanlarda da bulunuyor. Vakıa, şu bîçare vahşî hayvanların bir lezzeti ve tesellîsi varsa, o da hürriyetleridir. Lakin, güneş gibi parlak, rûhun maşukası ve cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki; saadet-saray-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazîlet ve İslamiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyine olan hürriyettir.
Sual: "Nasıl, hürriyet îmanın hassasıdır?"
Cevap: Zîra, rabıta-i îman ile Sultan-ı Kainata hizmetkar olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i îmaniyesi bırakmadığı gibi, başkasının hürriyet ve hukùkuna tecavüz etmeyi dahi, şefkat-i îmaniyesi bırakmaz.
Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkarı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi, o hizmetkar tenezzül etmez. Demek, îman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte, Asr-ı Saadet...
Sual: "Bir büyük adama ve bir velîye ve bir şeyhe ve bir büyük alime karşı nasıl hür olacağız? Onlar, meziyetleri için, bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların fazîletlerinin esiriyiz."
Cevap: Velayetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni, tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir; siz de büyük tanımayınız.
Sual: "Heyhat! Bize tesellî veren şu ulvî emeli ye’se inkılap ettiren ve etrafımızda hayatımızı zehirlendirmek ve devletimizi parça parça etmek için ağızlarını açmış olan o müthiş yılanlara ne diyeceğiz?"