Hem, Üstadın mesleğini, meşrebini ve husûsi ahvalini pekçok seciye ve hasletleri şahsında ve hizmetinde toplayan şahsiyetini tarif edemedik. Onun yaşadığı müteaddit hayat safhalarını yakından gören ve içinde bulunan talebe ve hizmetkarlarını birer birer dinlemek ve görüşmek lazımdır ki, tarihçe-i hayatı bir derece mufassal hazırlanabilsin.
Bu eserin mütalaasıyla görülecek ki: Bugün, yalnız Anadolu ve alem-i İslam için değil, bütün insaniyet için kayda değer büyük bir hakîkat meydana çıkmıştır. Bu hakîkat, umûmun iştirakıyla külliyet kesb ederek, "Risale-i Nur hizmet-i îmaniyesi" ve "Bediüzzaman ve Nur Talebeleri" diye adlandırılmaktadır. Bu hakîkatin ve bu cereyanın neden ibaret bulunduğu, menşei, gàye ve ideali ne olduğu, halk tabakalarındaki tesiri, fert ve cemiyetin hayat-ı maddiye ve maneviyesine, istikbaldeki milletçe emniyet ve saadetimizin teminine ait tesiri, bu Tarihçe-i Hayat’la tebarüz etmektedir.
Netice îtibariyle, zehirlemekten zevk alan akrep misillü ve anarşist ruhlu olmayan herbir fert, bu davanın karşısında ancak sevinç duyar.
Belki bize şöyle bir sual sorulabilir: "Acaba bu Tarihçe-i Hayat’la Said Nursî beşerin efkarına insanüstü bir varlık olarak gösterilmek mi isteniyor?"
Hayır!
Dünyanın ve hayatın mahiyetini bilen insanlar için, muvakkat alayişin, şan ve şöhretin hiçbir kıymeti yoktur. Hakîkati müdrik bir insan, fanîlerin sahte iltifatlarına kıymet vermez ve arkasına dönüp bakmaz. İşte Said Nursî bu noktadan da manevî büyük bir kahramandır. Hayatı, insanı hayrette bırakan çeşitli kahramanlıklarla dolu olmakla beraber; hakta, hak yolunda fanî olup, şahsından feragat etmede de mümtaz bir fedakar olarak nazara çarpmaktadır. İlahî bir inayete mazhariyetle, dağ gibi engelleri aşıp, bu asrın yüzlerce menfî cereyanları karşısında kudsî davasını çekinmeyerek îlan edip selamete çıkarması, kendisinin şahsiyetinden tamamıyla feragat ettiğini, hak yolunda fedai olduğunu göstermektedir.
Evet, Said Nursî şahsî dehasıyla ve inayet-i Hakla insanlık aleminde yeni bir çığır açmıştır. Bu zat, bütün istidadını ve benliğini ezelî bir hakîkate feda ederek; bütün zamanlarda hükümran olan bu Kur’anî hakîkati dava edinmiştir. Şahsında ve hizmetinde görünen bütün yüksek vasıf ve kemalat, ancak kudsî davasından aksetmektedir. Nasıl ki binler ayna ortasında bulunan bir lamba, nûranî, ışığa malik olduğu için karşısındaki aynalar adedince külliyet kesb eder ve o kadar kıymet alır. Zîra herbir aynada bir lamba, ışığıyla beraber mevcuddur. Aynen öyle de, Bediüzzaman, şu kainatın ve umum zamanların manevî güneşi olan Kur’an-ı Hakîme ve dîn-i mübîn-i İslamın mübelliği Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselama müteveccih olmuştur. Ve onların ziyasına makes Risale-i Nur’un zuhuruna,