inkişafına vesîle olduğu için; eserinden ışık alan, davasından feyiz ve kuvvet alan yüz binler, hatta milyonlarca insanın ayine-misal akıl, kalb ve ruhlarında manen yaşamakta ve örnek bir insan, büyük bir mütefekkir olarak kabul ve yad edilmektedir.
İşte, onu manen yaşatan bu gibi kıymetlerdir. Dalalet cereyanlarının karşısında ehl-i îman fedakarlarından büyük bir şahs-ı manevî meydana çıkararak, muhkem bir sedd-i Kur’anî ve îmanî tesis edip, mü’minlerin nokta-i istinadı olmasıdır. İnandığı kudsî davaya gösterdiği azim ve sebatla, mü’minlerin kalblerini ihtizaza vererek, ruhlarda İslamî aşk ve heyecanı uyandırmasıdır. Fanîlere perestiş eden bîçare insanlara, bakî ve layemut bir hakîkati gösterip, nazarları oraya çevirmeye çalışmasıdır. Vazifesinin böyle ulviyeti ile beraber-fakat beşeriyet îtibariyle-ubûdiyet vazifesiyle de kendini herkesten ziyade kusurlu, noksan ve aciz gören ve öyle bilen, dergah-ı rahmette acz ve fakr ile niyaz eden ve insanlığa rahmeti, saadeti talep eden bir abd-i azîzdir, bir fakir-i müstağnîdir. Evet, o, "Bir kimsenin îmanını kurtarırsam, o zaman bana Cehennem dahi gül gülistan olur" demektedir. Nefsindeki enaniyet ve gurur putunu kırmakla kalmamış; alemdeki tabiatperestlerin putlarını dahi tar ü mar etmek gibi bir vazife gördüğü, dost ve düşman herkesin malûmu olmuştur.
İşte, Bediüzzaman hakkında takdir ve tebriki ifade eden bütün yazılar bu mana içindir.
Bazı gazetelerin zaman zaman yaptıkları neşriyattan anlaşılıyor ki, din ve İslamiyet düşmanları, ekseriya perde ardından bahaneler icad ederek dîne saldırmaktadırlar. Doğrudan doğruya dînin ve İslamiyetin aleyhinde bulunmuyorlar; dîne hizmet eden, bu uğurda türlü fedakarlıklara katlananları nazar-ı ammede kötülemek, halkın sevgisini çürütmek için hücuma geçiyorlar; ta ki dîne hizmet edenleri atıl vaziyete getirip, dînî inkişafa mani olsunlar, îmansızlığın, ahlaksızlığın revaç bulmasını temin etsinler. Demokrasi devrinde ve din hürriyetine müsaade edildiği bu zamanda böyle olursa, "Din zehirdir" diye millet kürsüsünden îlanat yapıldığı bir devirde dindarlara, husûsan İslamî gelişme ve inkişafa hizmet edenlere nasıl davranıldığı kolayca anlaşılır.
Devr-i sabıkta, Üstad ve Nur Talebelerini mahkemeye sevk edenler arasında öyleleri çıkmış ki; kànun perdesi altında menfì ideolojilerine, şahsî kin ve ihtiraslarına göre hareket etmişler. Vazifelerinin icabını yapmaları lazım gelirken, sanki vatan ve millet hainlerini yakalamış gibi, çeşitli hakàret ve iftiralarla Bediüzzaman ve talebelerine hücum etmişler; mahkeme beraet vermişken, kànunu tabik etmekle mükellef bazıları, Said Nursî için yakında îdam edileceği şayiasını etrafa yaymaktan sıkılmamışlardır. Biz, bu yazılarla onlar aleyhinde konuşmak değil, bir hakîkati beyan etmek istiyoruz. Belki onlardan birçoğu, bu hareketinde mazurdur, mecburen yapmıştır. Her ne olursa olsun, bu muameleler ispat ediyor ki, Bediüzzaman’ın muhakeme olunduğu, mahkemeye sevk edildiği tarihlerde, gizli dinsizler, ifsad komiteleri faaliyette idiler. Mahkeme eliyle mahkûm edemedikleri ve