davasına mani olamadıkları Said Nursî’ye, insafsızca iftiralarda, yalan propagandalarda bulunacaktılar ve bulundular. Bu elîm vaziyeti gören her insaf sahibi, onun müstakîm bir din adamı, hakîkat adamı olduğunu söylemekten çekinmemiştir. Binaenaleyh, Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında tekrarla ve ısrarla devam edegelen takdirkar yazı ve takrizlerin neşredilmesinin bir mühim amili de bu olsa gerektir ve tenkid edilmemelidir.
Nazar-ı dikkatle bu zatı ve eserlerini temaşa edenler, kemal-i takdirle tebrik ve senadan kendilerini alamamışlardır. Bilhassa mahkûm ettirilmek için sevk edildiği mahkemeler ve ehl-i vukuflar, eserlerini ve hayatını tetkikten sonra, eserlerinde görünen kemalat ve güzelliği tasdik etmişlerdir. Şu halde, milletin en zekî ve ferasetli tabakasının, ehl-i akıl ve kalbin yarım asırdan beri devam edegelen ve gittikçe umûmiyet kesb eden Said Nursî ve Risale-i Nur hakkındaki kanaat ve ifadeleri, gerçekten büyük bir hakîkatin tezahürü olarak kabul edilmek icap eder.
Sual:
Madem Allah Alîm’dir; Onun bilmesi ve iltifatı kafidir. Ehl-i kemal büyük zatlar, daima kendilerini setretmişler. Hem, bakî bir alemde hakîkatler bütün çıplaklığıyla ortaya döküleceğine göre, ne için Risale-i Nur’un meziyetleri, İlahî inayet ve ikramlar çoklukla zikredilmiş, Said Nursî’nin hizmet-i Kur’aniyesi esnasında mazhar olduğu harika muvaffakıyet ve kemalat beyan edilmiş ve bunlar ne için neşredilmiş; hatta ilmî eserlerinin birçoğunun arkasında bu nevî takrizler konulmuş?
Cevap :
Bu hususta muknî cevaplar bazı mektuplarda vardır. Bir hülâsası şudur:
Bediüzzaman’ın, Risale-i Nur’un neşriyle hizmeti, doğrudan doğruya Kur’an hesabınadır. Îman hakîkatlerinin neşri, Müslümanların îmanlarının takviyesi, kuvvetlenmesi, dolayısıyla İslam dîninin tealî etmesi, din düşmanlarının müfsid hücumlarının def’ edilmesi ve İslam dîninin insanlar arasında maddî ve manevî kemalatın zübde ve hülâsası olduğunu aleme îlan etmek ve herkese kanaat-i katiye vermek için zikredilmiştir. Yukarıda bahsedildiği gibi, aleyhte olanlar öyle insafsızca hücumlarda bulunmuşlardır ki; Said Nursî, hadsiz muarızlara, çok kuvvetli ve kesretli düşmanlara karşı az, fakir ve zayıf olan Risale-i Nur talebelerine, kuvve-i maneviye, gaybî imdat, teşcî, sebat ve metanet vermek için, Risale-i Nur hakındaki ikram-ı İlahî ve hizmetin makbuliyetine ait inayet-i Rabbaniyeyi zikretmiş, insafsız hücum ve asılsız iftiralara karşı mecburiyetle müdafaaya geçilmiştir.
Hem Tarihçe-i Hayat’a geçen bir mektubunda Bediüzzaman, "Ben îtiraf ediyorum ki, böyle makbul bir eserin mazharı olmaya hiçbir vecihle liyakatim yoktur. Fakat, çok ehemmiyetsiz bir çekirdekten koca dağ gibi bir ağacı halk etmek kudret-i İlahiyenin şe’nindendir ve adetidir ve azametine delildir. Ben kasemle temin ederim ki, Risale-i Nur’u senadan maksadım, Kur’an’ın hakîkatlerini ve