îmanın rükünlerini teyid ve ispat ve neşirdir. Hàlık-ı Rahîmime yüz binler şükür olsun ki, beni kendime beğendirmemiş, nefsimin ayıplarını ve kusurlarını bana göstermiş; ve o nefs-i emmareyi başkalara beğendirmek arzusu kalmamış.
Kabir kapısında bekleyen bir adamın arkasındaki fanî dünyaya riyakarane bakması, acınacak bir hamakattir ve dehşet verici bir hasarettir. İşte bu halet-i rûhiye ile, yalnız hakàik-ı îmaniyenin tercümanı olan Risale-i Nur’un, Kur’an’ın malı olarak meziyetlerini izhar ediyorum. Sözler’deki hakàik ve kemalat benim değil, Kur’an’ındır ve Kur’an’dan tereşşuh etmiştir. Madem ben fanîyim, gideceğim; elbette bakî olacak birşey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle kuru çubuk hükmündeyim."
Evet, Said Nursî, Risale-i Nur’la dinsizliğe ve İslamiyet aleyhindeki cereyanlara karşı giriştiği Kur’an ve îman hizmetinde çok yardımcılara, hükümet ve milletçe teşvik ve müzaherete muhtaç iken, bilakis çeşitli iftira, tezvir ve ithamlarla hapse sürülmek, eserlerini imha etmek, halkı kendinden soğutmak için aleyhinde türlü isnadlar yapılmıştır. Elbette hak bildiği mesleğini, Kur’an’ın şerefine ve Hazret-i Peygamberin nübüvyetinin tealîsine ait hizmetini aleyhteki iftiralardan müberra kılmak için, hakîkati söyleyecek, müdafaada bulunacak. Faraza bazılar tarafından şahsî bir noksanlık telakkî edilse bile, umûmun istifade ve saadeti için şahsî zararına da razı olacaktır. Onun için, Risale-i Nur hakkında beyan edilen ve neşredilen senalara bu gibi noktalardan bakmak lazımdır; yoksa hizmete zarar olur. Dar düşünce ile hareket etmek zamanında değiliz. Îmansızlar kendi muzır mesleklerini, menfi ideolojilerini, sahte kahramanları hatta İslam düşmanlarını-onlar asla layık olmadığı halde- çeşitli medh ü sena ile insanlığın nazarına göstermeye, alkış toplamaya çalışıyorlar. Uzağa gitmeye lüzum yok; dünyayı saran dehşetli dinsizlik cereyanını idare edenler, büyük kahramanlar olarak îlan edilirken, neden Müslümanlar hak dinlerini medh ü sena etmesinler, onun kemalatını, ulviyetini neşretmesinler; Kur’an’a ayine olan ve bu zamanın dinsizlik cereyanlarına meydan okuyup, dîne en büyük hizmeti îfa eden bir eser külliyatı ve onun muhterem, mütevazi ve hadsiz zulümlere maruz kalmış müellifi medhedilmesin? Halbuki, yazılan yazılar mücerred mevzûlar olarak değil, ekseriyetle müdafaa kàbilinden, aleyhteki iftiralara cevap olarak neşredilmiş hakîkatlerdir.
Üstadın hayatı, küllî hizmeti noktasından topluca iki büyük safha arz etmektedir.
Birincisi:
Doğuşundan itibaren tahsil hayatı, Van’daki ikameti, İstanbul’a gelişi, siyasî hayatı, seyahatleri, Harb-i Umûmiyeye iştiraki, Rusya’daki esareti, İstanbul’da Darü’i-Hikmeti’i-İslamiye azalığında bulunuşu, Kuva-i Milliyede İstanbul’daki hizmeti, Ankara’ya gelerek ilk Meclis-i Mebusandaki faaliyetleri; ve kısa bir müddet sonra Van’a çekilip inzivayı ihtiyar etmesi gibi herbiri ayrı bir