Ayette beyan edildiği şekil üzerine, ateş yakan adamın hali, Cezire-i Arapta sakin Kur’an’ın muhataplarından birinci tabakadaki adamların hallerine tetabuk ediyor. Zira o tabakadaki adamlar, bu ateşi yakan adamın halini ya bizzat görmüşler veya işitmişlerdir. Ve o halin ne derece müessir ve feci olduğunu hissetmişlerdir. Zira onlar çok defa güneşin zulmünden gecenin zulmetine kaçarak gecenin serinliğinde yollarına devam ettikleri sırada, şiddetli yağmurlara rast gelerek çok zahmetlere düşmüşlerdir. Ve keza çok defa yollarını kaybederek muzır hayvanlarla dolu mağaralara girmişlerdir. Ve arkadaşlarını görüp onlarla ferahlanmak ve eşyalarını görüp, muhafaza etmek veya muzır hayvanları görüp onlardan tahaffuz etmek için ateş yakmışlardır. Ateşin ziyasından istifade ederlerken, semavi bir afetle ateşleri söner ve reca ve ümitleri tamamen ye’se ve hüsrana inkılap eder. İşte, Kur’an-ı Kerim onların bu durumuna
cümleleriyle işaret etmiştir. Yani, vakta ki o ateş etrafı ışıklandırdı; birden bire Cenab-ı Hak, nurlarını söndürerek ziyalarını zulmete çevirdi.
-1- ’da
kelamın siyakı, kelamın şu şekilde olduğunu iktiza ettiğine işarettir ki, ziyasından istifade için ateş yaktılar. Ateş onları ziyalandırdı. Onlar da mutmain ve müferrah oldular. Sonra bir hüsrana uğrayıp yere düştüler. Sonra bu cümle-i şartiyenin, şart ve ceza denilen her iki cümlesi arasında lüzumun vücudu lazımken, izae ile nurun zehabı arasında hiçbir lüzum görünmüyor. Binaenaleyh, bu gizli lüzumu dışarıya çıkarıp göstermek için bazı mukadder cümlelere ihtiyaç vardır. Şöyle ki: Vakta ki ateş onları ışıklandırdı. Onlar da ışıklandılar. Fakat ateşe ehemmiyet verip muhafaza etmediler ve o nimetin kadrini bilip devam ettirmediler, o da söndü gitti. Evet, ziyayı muhafaza etmekten gaflet, adem-i devamını istilzam eder. Adem-i devam ise intifasını, yani sönmesini istilzam eder. Nurların sönmesiyle uğradıkları hüsrandan sonra
-2- cümlesiyle, zulümata düşmek gibi ikinci bir hüsrana maruz kaldıklarına işaret edilmiştir.
-3- cümlesi ise üçüncü bir hüsranlarına işarettir. Çünkü insan zulmete düşmekle yolunu kaybettiği zaman, arkadaşlarını ve eşyasını görmekle bir derece müteselli olur. Fakat bunları da görmediği gibi, onun o karanlıkta durması ve yürümesi bir musibet ve bir vahşettir.
Yani, "Sağır, lal, dilsiz, kör olup dönemezler." Bir insan, böyle bir belaya düştüğü zaman, dört cihetle ümitvar ve müteselli olabilir.
1 Ne zaman ki.
2 Onları karanlık içinda bıraktı.
3 Görmezler.