Sual
: Şu temsillerde görünen hakaret-i zahiriye neye aittir?
Cevap
: O gibi haller temsil getirene ait değildir, ancak mümessel-i lehe aittir. Yani, kime ve ne şeye temsil getirilmişse ona aittir. Zaten kelamın güzelliği, belagati, mümessel-i lehe mutabakatı nisbetindedir. Evet, bir padişah bir çobana, çobanlara mahsus bir aba, bir palto ve kelbine de bir kemik verirse, "Padişah iyi yapmadı" diye kimse itiraz edemez. Çünkü herşeyi layıkına vermiştir. Binaenaleyh, mümessel-i leh ne kadar hakir olursa, temsili de o kadar hakir olur; ve ne kadar büyük olursa, temsili de o kadar büyük olur.
Evet, sanemler pek adi, hakir olduklarından Cenab-ı Hak, sineği
HAŞİYE -1-
onlara musallat kılmıştır. Ve ibadetleri de o kadar çirkindir ki,
ile, yani örümceğin ağıyla tabir edilmiştir.
Üçüncü muğalata: Onlar diyorlar ki: "Hakikati izhar etmekte, aczi ima eden bu gibi temsilata ne ihtiyaç vardır?"
Elcevap: Kur’an’ı inzal etmekten maksat, cumhur-u nası irşad etmektir. Cumhur ise avamdır. Avam-ı nas, çıplak olan hakaikı göremez; ülfet peyda etmedikleri akliyat-ı mahzayı ve mücerredatı fehimleri alamaz. Bunun için Cenab-ı Hak, lütuf ve ihsanıyla, hakikatleri onların ülfet ettikleri bir libasla, bir şiveyle göstermiştir ki, tevahhuş edip ürkmesinler. Bu bahis, müteşabihat bahsinde geçmiştir.
Bu ayetin cümleleri arasındaki irtibata gelelim:
Evet,
cümlesi onların irad ettikleri aşağıdaki müteselsil itirazları reddediyor.
1. Allah’ın beşer ile konuşmasında ve onlara kahır ve itab etmekte ve onlardan şikayet etmekte ne hikmet vardır? Halbuki bu gibi şeylerden anlaşılır ki, alemde insanın da başka bir tasarrufu, bir tesiri vardır.
2. İnsanlar arasında cereyan eden konuşmalar gibi temsillerin getirilmesi. Zira bu, Kur’an’ın beşer kelamı olduğuna alamettir.
3. Kelamın arkasında, üslubların arasında insanın timsali görünür.
4. Hakaik, temsilatla tasvir ediliyor. Bu ise, hakikatı izhar etmekten aciz olduğuna delalet eder.
Şüphesizki Allah sivrisinekle veya ondan daha küçüğüyle misal vermekten çekinmez.
HAŞİYE -1- Bir Arabinin taptığı bir sanemi varmış. Bir gün ibadete gitmiş. Bakmış ki, bir tilki sanemin başına bevletmiş. Bu hali görünce,
( Başına tilkilerin bevl ettiği bir şey nasıl rab olur? ) demekle, sanemi kırmış, atmış. Demek sanemlerin hakaretinden, yalnız sinekler değil, tilkiler de başlarına çıkar, telvis eder.
Mütercim Abdülmecid