edilen istifhama cevap olduğu için, her iki fırkanın vaziyetlerini beyan etmek icap etmiştir. Ve bu icaba binaen, masdara tercihan fiil zikredilmiştir. Yani bir fırkanın vaziyeti dalalet, ötekisinin de hidayettir.
-1-
Evvelki
’dan kemiyet ve adetçe çokluk irade edilmiştir. İkinci
’dan keyfiyet ve kıymetçe çokluk kastedilmiştir. Ve aynı zamanda, Kur’an’ın nev-i beşere rahmet olduğunun sırrına işarettir. Evet, insanların az bir kısmının fazilet ve hidayetlerini çok görmek ve göstermek, Kur’an’ın beşere karşı merhametli ve lütufkar olduğunu gösterir. Ve keza, bir fazilet sahibi, bin faziletsize mukabildir. Bu itibarla, fazileti taşıyan, az olsa da çok görünür.
-2-
Evvelki cümlede mutlak ve müphem olarak zikredilen
’dan hasıl olan vesveseleri, korkuları, tereddütleri bu cümle ile şöyle def etmiştir ki: "Dalalete gidenler, fasıklardır. Dalaletlerinin menşei de fısktır. Fıskın sebebi ise kisbleridir. Suç onlarda olup, Kur’an’da değildir. Dalaleti halk etmek, yaptıklarının cezası içindir." Yine bilinmesi lazımdır ki, bu cümlelerin herbirisi makablini şerh ve beyan eder, mabadi de onu tefsir eder. Demek her cümle, makabline delil, mabadine neticedir. İki silsile ile bunu izah edeceğiz.
1. Allah, o temsilden haya etmez. Çünkü O, temsili terk etmez. Hem o temsil beliğdir. Hem o temsil haktır. Hem o temsil, Allah’ın kelamıdır. Bunu da mü’min olan kimseler bilir.
2. Allah, münkirlerin dedikleri gibi, o temsilden haya etmez. O münkirler, "O temsilin terki lazımdır" diyorlar. Zira o temsilin hikmetini bilmezler. Hem "Bunda ne fayda var?" derler. Hem inkar ediyorlar; zira hakir görüyorlar. Hem, işitmeleriyle dalalete girdiler; zira Kur’an onları dalalete attı. Hem onlar fıskla kabuklarından çıktılar, hem Allah’a olan ahidlerini bozdular, hem sıla-i rahmi kestiler, hem arzda Allah’ın nizam ve intizamını ifsad ettiler. Binaenaleyh, hasir ve zararlı onlardır. Dünyada vicdan, kalb ve ruhun azabı ile, ahirette de Allah’ın gazabıyla ebedi bir azap içinde kalan onlardır.
1 Çoklarını.
2 Onunla ancak fasıkları dalalete atar.