İşârâtü'l-İ'câz Bakara Sûresinin yirmi üç ve yirmi dördüncü âyetlerinin tefsiri

şekavet rabıtalarını yaktı, yıktı ve az bir zamanda, devlet-i İslamiyeyi şarktan garba kadar tevsi ettirdi. Acaba o zatın şu macerası, onun mesleği hak ve hakikat olduğuna delalet etmez mi?
ALTINCI MESELE
Bu mesele, istikbal sayfasına bakar. Bu sayfada dahi dört nükte vardır.
Birinci nükte: Bir insan, ne kadar yüksek olursa olsun, ancak dört beş fende mütehassıs ve meleke sahibi olabilir.
İkinci nükte: Bazan olur ki, iki adamın söyledikleri bir söz, bir kelam, mütefavit olur; birisinin cehline, sathiliğine; ötekisinin ilmine, maharetine delalet eder. Şöyle ki:
Bir adam, düşünmeden, gayr-ı muntazam bir surette söyler; ötekisi, o sözün evvel ve ahirine bakar, siyak ve sibakını düşünür ve o sözün başka sözlerle münasebetlerini tasavvur eder ve münasip bir mevkide, münbit bir yerde zer’ eder. İşte bu adamın şu tarz-ı hareketinden, derece-i ilim ve marifeti anlaşılır. Kur’an-ı Kerimin fenlerden bahsederken aldığı fezlekeler, bu kabil kelamlardandır.
Üçüncü nükte: Bu zamanda vesait, alat ve edevat, sanayiin tekemmülüyle çocukların oyuncakları gibi adileşmiş olan çok şeyler vardır ki, eğer onlar bundan iki üç asır evvel vücuda gelmiş olsaydılar, harikalardan addedilecekti. Kezalik, kelamlarda, sözlerde de zamanın tesiri vardır. Mesela bir zamanda kıymetli bir sözün, başka bir zamanda kıymeti kalmaz. Binaenaleyh, şu kadar uzun zamanlar, asırlar boyunca gençliğini, güzelliğini, tatlılığını, garabetini muhafaza eden Kur’an, elbette ve elbette harikadır.
Dördüncü nükte: İrşadın tam ve nafi olmasının birinci şartı, cemaatin istidadına göre olması lazımdır. Cemaat, avamdır. Avam ise, hakaiki çıplak olarak göremez, ancak onlarca malum ve me’luf üslup ve elbise altında görebilirler. Bunun içindir ki, Kur’an-ı Kerim, yüksek hakaiki, müteşabihat denilen teşbihler, misaller, istiarelerle tasvir edip, cumhura, yani avam-ı nasın fehimlerine yakınlaştırmıştır.
Ve keza, tekemmül etmeyen avam-ı nasın tehlikeli galatlara düşmemesi için, hiss-i zahiri ile gördükleri ve itikad ettikleri güneş, arz gibi meselelerde icmal ve ipham etmişse de, yine hakikatlere işareten bazı emareler, karineler vaz etmiştir.
Bu nükteleri aklına koyduktan sonra, şu gelen fezlekeye dikkat et.
Şeriat-ı İslamiye, akli bürhanlar üzerine müessestir. Bu şeriat, ulum-u esasiyenin hayati noktalarını tamamıyla tazammun etmiş olan ulum ve fünundan mülahhasdır. Evet, tehzibü’r-ruh, riyazetü’l-kalb, terbiyetü’l-vicdan, tedbirü’l-cesed, tedvirü’l-menzil, siyasetü’l-medeniye, nizamatü’l-alem, hukuk, muamelat, adab-ı içtimaiye, vesaire vesaire gibi ulum ve fünunun ihtiva ettikleri esasatın fihristesi, şeriat-ı İslamiyedir.
Ve aynı zamanda, lüzum görülen meselelerde, ihtiyaca göre izahatta bulunmuştur. Lüzumlu olmayan yerlerde veya zihinlerin istidadı olmayan