Lakin i’cazının en yüksek veçhi, nazmındaki belagatten doğmuştur. Evet, Kur’an’ın bu nevi i’cazı, beşerin takatinden hariç bir derecededir. Bu hakikati tafsilen anlayıp kanaat hasıl etmek isteyen, bu tefsiri ve emsali eserleri ve Yirmi Beşinci Sözü zeyilleriyle beraber mütalaa etsin. Fakat icmali bir malumatı elde etmek isteyenler de, belagatin imamları bulunan Abdülkahir-i Cürcani, Zemahşeri, Sekkaki, Cahız’ın bu kısım i’caz hakkında üç tarikle beyan ettikleri malumattan, miktar-ı kafi malumat elde edebilir.
Birinci tarik: Arap kavmi maarifsiz, bedevi bir millet idi. Muhitleri de, onlar gibi bedevi bir muhit idi. Divanları, şiir idi. Yani, medar-ı iftihar olan hallerini, şiirle kayt ve muhafaza ederlerdi. İlimleri, belagat idi. Medar-ı iftiharları, fesahat idi. Sair kavimlerden fazla bir zekaya malik idiler. Başka insanlara nisbeten cevval fikirleri vardı.
İşte Arap kavmi böyle bir vaziyette iken ve zihinleri de bahar çiçekleri gibi yeni yeni açılmaya başlarken, birden bire Kur’an-ı Azimüşşan, yüksek belagatiyle, harika fesahatiyle mele-i a’ladan yeryüzüne indi. Arapların medar-ı iftiharları ve timsal-i belagatleri olan ve bilhassa Kabe duvarında teşhir edilmek üzere altın suyu ile yazılmış "Muallakat-ı Seb’a" ünvanıyla anılan en meşhur ediplerin en beliğ ve en fasih eserlerini iftihar listesinden sildirtti. Maahaza, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) Kur’an’la muarazaya ve Kur’an’a bir nazire yapılmasına onları şiddetle davet etmekten geri durmuyordu, damarlarına dokunduruyordu, techil ve terzil ediyordu. O Hazretin yaptığı böyle şiddetli hücumlara karşı, o umera-i belagat ve hükkam-ı fesahat ünvanıyla anılan Arap edipleri, bir kelime ile dahi mukabelede bulunamadılar. Halbuki kibir ve azametleri, enaniyetleri ve göklere kadar çıkan gururları iktizasınca, gece gündüz çalışıp Kur’an’a bir nazire yapmalıydılar ki, aleme karşı rezil ve rüsvay olmasınlar.
Demek bu meselenin uhdesinden gelemediklerinden, yani Kur’an’ın bir benzerini yapmaktan aciz kaldıklarından sükuta mecbur olmuşlardır. İşte onların bu ıztırari sükutları aczlerini meydana çıkardı. Ve bunların aczlerinden de, i’caz-ı Kur’an’ın güneşi tulu etmiştir.
İkinci tarik: Kelamların hasiyetlerini, kıymetlerini, meziyetlerini bilip altınlarını bakırından tefrik eden bütün ehl-i tahkikten, tetkikten, tenkitten, dost ve düşmanlar tarafından Kur’an-ı Kerim sure sure, ayet ayet, kelime kelime mihenk taşına vurularak, altından maada bir bakır eseri görülmemiştir. Bu ağır imtihandan sonra, Kur’an-ı Azimüşşanın ihtiva ettiği mezaya, letaif, hakaikin hiçbir beşer kelamında bulunmadığına şehadet etmişlerdir. Onların sıdk-ı şehadetleri şöylece ispat edilebilir: Kur’an’ın insan aleminde yaptığı büyük inkılap ve tebeddül ve şark ve garbı içine alan tesis ettiği din, diyanet ve zamanın geçmesiyle gençlik ve şebabiyetini ve tekerrür ettikçe halavetini muhafaza etmesi gibi harika halleri,
ayetini okuyup ilan ediyorlar.
O ancak kendisine vahyolunanı söyler.(Necm Suresi: 4.)