Lem'alar Fihrist

güzellikleriyle, kendilerini enzâr-ı âleme arz ediyorlar. Ve şu kasr-ı âlemdeki masn0âtın cephelerinde müşâhede edilen şu dilrübâ güzellik ve gâyet müstahsen temizlik, bütün enzân istihsanla kendilerine celb ediyorlar ve Sâni’lerini takdir ve tahsinlerle medh ü senâ ettiriyorlar. Bu Kuddûs-ü Âzam ism-i şerifinin tecellî-i âzamından küçük bir cilvesini şâşaalı bir sûrette gösteren ve şu kışın bârid ve haşin çehresi altından çıkan bahar mevsimine bak. Nasıl çiçekler açmış, hûız misâli libaslar giymiş, güzelleşmiş, ter temiz olmuş bütün ağaçlar ve zümrüt gibi yeşillenmiş zemin yüzü, bütün heyetleriyle, kendilerini bütün enzâra arz ediyorlar. Câmid ve şuursuz maddeler, az bir zaman içinde, istihâle görmüş, zeminden yükselmiş, nûr-u hayatla süslenmiş, sündüs-misâl güzelliklerle kendilerini Sâni’lerinin nazarına takdim ediyorlar. Bu vaziyet karşısında, değil yalnız ins ve cin, rûhânîler ve melâikeler de hayran oluyorlar. "Mâşâallah! Bârekallah! Bu ne hayret verici güzellik ve temizlik!" deyip, Sâni-i Zülcelâllerini takdis, tahmid ve temcid edip, râki’ ve sâcid oluyorlar. İşte bu fiil-i tanzif, diğer ef’âl-i İlâhiye gibi, vahdâniyet ve mevcudiyet-i İlâhiyeyi bedâhet derecesinde ispat edip göstermektedir.
İKİNCİ NÜKTE
âyetinin bir nüktesi ve "Adl" İsm-i Âzamının bir cilvesidir. şöyle ki: Şu kâinat mütemâdiyen tahrip ve tâmir içinde çalkalanmakta, her vakit haıp ve hicret içinde kaynamakta, her zaman mevt ve hayat içinde yuvarlanmaktadır. Bu hayretengiz tebeddülât ve tahavvülât ise, dehşetli cirmlerin intizamlı hareketlerinden; ve küre-i zemînin yüzündeki dört yüz bin nebâtî ve hayvânî zîhayatın muntazaman iâşe ve terbiyelerinden; ve sel gibi akan karıştırıcı ve istilâcı unsurların gâyet muntazam vazifelerinden; ziyâ ve zulmetin, sıcak ve soğuğun, hayat ve memâtın döğüşmelerine vanncaya kadar bütün eşya öyle bir mîzân-ı adâlet içinde istikbalden gelip, hâle uğrayarak mâziye akıp gidiyor ki, fesübhânallah, insaflı ve dikkatli bir nazarla bu âlem sarayına bakan her ferd-i insan, muhakkak olarak diyecek: "Bu saray-ı âlemin Sânü, bu saray-ı âlemi Adl isminin âzamî tecellîsine mazhar etmekle beraber, hem vâhiddir, hem de öyle mîzân-ı adâletle işler göri.iyor ki, en ehemmiyetsiz ve en küçük, kıymetsiz telâkki edilen şeylerde dahi şirke yer bırakmıyor ve şirkin bu mîzân-ı adâlete sokulmasına zerre kadar müsaade etmiyor. Hem bu pek hârika intizâm-ı ekmel içindeki gâyet hassas mîzân-ı adâlete, elbette bu kâinatın Sâni-i Zülcelâlinden başkası müdâhale edemeyecek." Hem bütün esbab o Sâni-i Zülcelâlin dest-i kudretinin bir perdesi olduğunu anlayacak. Ve o Sâni-i Zülcemâlin hem vâhid olduğuna, hem mevcudiyetine, hayranlık içinde, güneşin vücuduna inandığı gibi îmân edecek.

Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Herşeyi Biz belirli bir miktar ile indiririz. (Hicr Sûresi: 21.)