İ’lem eyyühe’l-aziz!
Bir kelimeyi yazan harfini yazanın gayrısı, bir sayfayı yazan satırı yazanın gayrısı, kitabı yazan sayfayı yazanın gayrısı olması mümkün olmadığı gibi; karıncayı halk eden cins-i hayvanı halk edenin gayrısı, hayvanı yaratan arzı yaratanın gayrısı, arzı halk eden, Rabbü’l-Âleminin gayrısı olması muhaldir.
Rububiyet-i ammenin işaretlerindendir ki, kainat kitabında öyle büyük harfler vardır ki, o harflerin bir kısmında bir kelime yazılıdır. Bir kısmında bir kelam, bir kısmında bir kitap yazılıdır. Mesela, o kitapta bahir, şecer, arz birer harf makamındadırlar. Birinci harfte semek kelimesi, ikincisinde şecer kelamı, üçüncüsünde hayvan kitabı yazılmıştır. Hatta, Yâ sin suretinde tam Yasin Suresi yazıldığı gibi, bazı masnuatta, bir kelime olan isminde, çekirdeğinde o masnuun suresi ve kitabı yazılmıştır.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Yıldızlar, şemsler arasında mümaselet olduğu gibi filcümle müsavat da vardır. Binaenaleyh, onlardan biri ötekilere rab olamaz. Ve onlardan birine rab olan, hepsine de rab olur. Ve keza, herşeye de rab olur.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
İnsanın bir ferdinde bir cemaat-i mükellefin bulunur. Evet, her bir uzuv, birşey için yaratılmıştır. O uzvu, o şeyde kullanmakla mükelleftir. Mesela, herbir hasse için bir ibadet vardır. Onun hilafında kullanılması dalalettir. Mesela, başla yapılan secde Allah için olursa ibadettir, gayrısı için dalalettir. Kezalik, şuaranın hayalen yaptıkları hayret ve muhabbet secdeleri dalalettir. Hayal, onunla fasık olur.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
İnsanları fikren dalalete atan sebeplerden biri, ülfeti ilim telakki etmeleridir. Yani melüfları olan şeyleri kendilerince malum bilirler. Hatta, ülfet dolayısıyla adiyata teemmül edip ehemmiyet vermezler. Halbuki, ülfetlerinden dolayı malüm zannettikleri o adi şeyler, birer harika ve birer mucize-i kudret oldukları halde, ülfet saikasıyla onları teemmüle, dikkate almıyorlar; ta onların fevkinde olan tecelliyat-ı seyyaleye im’an-ı nazar edebilsinler. Bunların meseli, deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sair garip halatına bakmayarak, yalnız rüzgarla husule gelen dalgalara ve şemsin şuaatından peyda olan parıltısına dikkat etmekle Malikü’l-Bihar olan Allah’ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.
İ’lem eyyühe’l-aziz!
İnsanların arza ait malümat ve müsellemat-ı bedihiyatları, ülfete mebnidir. Ülfet ise, cehl-i mürekkep üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa, zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur’an, ayetleriyle insanların nazarını melüfatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler, atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havariku’l-adat mucizeleri o adiyat içerisinde gösterir.