Muhakemat Sekizinci Mesele

musahhar sâbihalar ise, o bahr-i muhit-i havâîde seyir ve cereyan etmekle, mahşere tesadüf etmiş dağları andırırlar. Güya sema, su buharının zerratını ra’d ile silâh başına davet ettiği gibi, "Rahat olun" emriyle herkes yerine gider, gizlenir.
Evet, çok defa bulut dağın libasını giydiği gibi, heykeliyle teşekkül etmekle beraber, bered ve karın beyazıyla televvün ve rutubet ve burudetiyle tekeyyüf eder. Öyleyse, bulut ve dağ komşu, arkadaştırlar. Birbirine levazımatını âriye vermeye mecburdurlar. Bu uhuvvet ve mübadeleti, Kur’ân’ın çok yerleri gösterir. Zira bazan onu, onun libasında ve ötekini berikinin suretinde bize gösterir. Hem de tenzilin pek çok menazilinde dağ ve bulut birbirinin elini tutup musafaha ettikleri vardır. Nasıl kitab-ı âlemin bir sayfası olan zeminde muânaka ve musafahaları şahittir. Zira umman-ı havada iskele hükmünde olan dağ tepesinde lenger-endaz olduklarını görüyoruz.
İkinci âyet: Evet, bir üslûba işaret ettiği gibi, dahi bir hakikati telvih eder. Demek caizdir ki: lâfzıyla şöyle bir uslûba işaret olsun. Şöyle:
Şems, demiri altından yapılmış mühezzeb, müzehheb, zırhlı bir sefine gibi esirden olan ve "mevc-i mekfûf" tâbir olunan umman-ı semada seyahat ve yüzüyor. Eğer çendan müstakarrında lenger-endazdır. Lâkin o bahr-i semada o zeheb-i zâib cereyan ediyor. Fakat o cereyan a’razî ve tebeî ve tefhim için mürâat ve ihtiram olunan nazar-ı hissî iledir. Fakat hakikî iki cereyanı vardır. Olmazsa da olur. Zira maksat beyan-ı intizamdır. Esâlîb-i Arapta olduğu gibi tebeî ise veya zatî ise, nizamın nokta-i nazarında birdir.

"Güneş de onlar için bir delildir ki, kendisine tâyin edilmiş bir yere doğru akıp gider." Yâsin Sûresi, 36:38.