dinleyen ve bir nazar-ı hafi-i gaybî ile beni temâşâ eden Said, Hamza, Ömer, Osman, Yusuf, Ahmet, v.s.! Size hitap ediyorum.
Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbâlinize uzanan telsiz telgrafla, sizin ile konuşuyoıum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim. Siz, inşaallah, cennetâsâ bir baharda gelirsiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaklar. Sizden şunu ricâ ederim ki: Mâzi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarıma uğrayınız. O çiçeklerin birkaç tanesini mezar taşı denilen, kemiklerimi misâfir eden toprağın kapıcısının başına takınız. Yani, İhtiyar Risâlesi’nin On Üçüncü Ricâsında beyân ettiği gibi, Medresetü’z-Zehrâ’nın mekteb-i iptidâîsi ve Van’ın yekpâre taşı olan kalesinin altında bulunan Horhor Medresemin vefât etmesi ve Anadolu’da bütün medreselerin kapatılması ile vefât etmelerine işaret ederek umûmunun bir mezar-ı ekberi hükmünde olmasına bir alâmet olarak, o azametli mezara, azametli Van Kalesi mezar taşı olmuş. Ey üç yüz sene sonra gelenler! Şu kalenin başında bir Medrese-i Nûriye çiçeğini yapınız!
Cismen dirilmemiş, fakat rûhen bâkî ve geniş bir heyette yaşayan Medresetü’z-Zehrâ’yı cismânî