gelecek temsil dahi onun sırr-ı hikmetini gösterir. Meselâ,
-1-, Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsından Nur isminin bir kesif aynası hükmünde olan güneşin, emr-i Rabbânî ve teshîr-i İlâhî ile mazhar olduğu vazifeler, şu hakikati fehme takrîb eder. Şöyle ki:
Güneş, ulviyetiyle beraber, bütün şeffaf ve parlak şeylere nihayet derecede yakın, belki onların zâtlarından onlara daha yakın olduğu; cilvesiyle ve timsâliyle ve tasarrufa benzer çok cihetlerle, onları müteessir ettiği halde, o şeffaf şeyler ise, binler sene ondan uzaktırlar. Onu hiçbir vecihle müteessir edemezler; kurbiyet dâvâ edemezler. Hem, o güneş, her şeffaf zerreye, hattâ ziyâsı nereye girmiş ise orada hâzır ve nâzır gibi olduğu, o zerrenin kabiliyet ve rengine göre güneşin aksi ve bir nevi timsâli görünmesiyle anlaşılır. Hem, güneşin azamet-i nurâniyeti derecesinde ihâtası, nüfûzu ziyâdeleşir. Nurâniyet azametindendir ki, en küçük ufak şeyler, ondan gizlenip kaçamazlar. Demek, azamet-i kibriyâsı, cüz’î ve ufak şeyleri, nurâniyet sırrıyla harice atmak değil, bilakis daire-i ihâtasına alıyor. Hem, güneşi, mazhar olduğu cilvelerde ve vazifelerde, farz-ı muhâl olarak, fâil-i muhtar farz etsek, o derece suhûlet ve sürat ve vüs’at içinde, zerreden, katreden, deniz yüzünden seyyârâta kadar izn-i İlâhî ile öyle işliyor ki, şu tasarrufât-ı azîmeyi yalnız bir mahz-ı emir ile yapar tahayyül edilebilir. Zerre ile seyyâre, emrine karşı müsâvidirler. Deniz yüzüne verdiği feyzi, zerreye de, kabiliyetine göre kemâl-i intizam ile verir. İşte, semâ denizinin yüzünde ziyâdar bir kabarcık ve Kadîr-i Mutlakın Nur isminin cilvesine kesif bir aynacık olan şu güneşin, bilmüşâhede, şu hakikatin üç esâsının numunelerine mazhar olduğunu görüyoruz. Elbette güneşin nur ve harareti, ilim ve kudretine nisbeten toprak gibi kesif hükmünde,
-2- olan Zât-ı Zülcelâl, herşeye ilim ve kudretiyle nihayetsiz yakın ve hâzır ve nâzır ve eşya Ondan gayet uzak olduğuna; hem, o derece külfetsiz muâlecesiz, suhûletle işleri yapar ki, yalnız mahz-ı emrin sürat ve suhûletiyle icad eder gibi anlaşıldığına; hem hiçbir şey, cüz’î küllî, küçük büyük daire-i kudretinden harice çıkmadığına ve kibriyâsı ihâta ettiğine şuhud derecesinde bir yakîn-i imânî ile imân ederiz ve imân etmek gerektir.
BEŞİNCİSİ:
-3- den tut, tâ
-4-
1 En yüce sıfatlar Allah’ındır. (Nahl Sûresi: 60.)
2 Nurların nuru, nurların nurlandırıcısı, nurların takdir edicisi.
3 Onlar Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla bilemediler. Halbuki Kıyâmet Gününde yeryüzü bütünüyle Onun tasarrufundadır; gökler de Onun kudretiyle dürülmüştür. (Zümer Sûresi: 67.)
4 Bilin ki Allah, kişinin kalbine ondan daha yakındır. (Enfâl Sûresi: 24.)