Sözler Otuz Birinci Söz

Bâzı kitaplarda "Kamer iki parça olduktan sonra yere inmiş" ilâvesi ise, ehl-i tahkik reddetmişlerdir. "Şu mu’cize-i bâhireyi kıymetten düşürmek niyetiyle, belki bir münâfık ilhak etmiş" demişler.
Hem meselâ, o vakit, cehâlet sisiyle muhât İngiltere, İspanya’da yeni gurûb; Amerika’da gündüz; Çin’de, Japonya’da sabah olduğu gibi, başka yerlerde başka esbâb-ı mâniaya binâen elbette görülmeyecek. Şimdi bu akılsız mûterize bak; diyor ki, "İngiltere, Çin, Japon, Amerika gibi akvâmın tarihleri bundan bahsetmiyor. Öyle ise vuku’ bulmamış." Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerin başına!
Beşinci Nokta
İnşikak-ı kamer kendi kendine, bâzı esbâba binâen vuku’ bulmuş, tesadüfî, tabiî bir hâdise değil ki, âdi ve tabiî kanunlarına tatbik edilsin. Belki, şems ve kamerin Hàlık-ı Hakîmi, Resûlünün risâletini tasdik ve dâvâsını tenvir için, hârikulâde olarak o hâdiseyi îkà etmiştir. Sırr-ı irşâd ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risâletin iktizâsıyla, hikmet-i Rubûbiyetin istediği insanlara ilzâm-ı hüccet için gösterilmiştir. O sırr-ı hikmetin iktizâ etmedikleri, istemedikleri ve dâvâ-i nübüvveti henüz işitmedikleri aktâr-ı zemindeki insanlara göstermemek için, sis ve bulut ve ihtilâf-ı metâlî haysiyetiyle, bâzı memleketin kameri daha çıkmaması ve bâzılarının güneşleri çıkması ve bir kısmının sabahı olması ve bir kısmının güneşi yeni gurûb etmesi gibi o hâdiseyi görmeye mâni pekçok esbâbâ binâen, gösterilmemiş. Eğer, umum onlara dahi gösterilse idi, o halde ya işaret-i Ahmediyenin (a.s.m.) neticesi ve mu’cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit, risâleti bedâhet derecesine çıkacaktı, herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyârı kalmazdı; imân ise, aklın ihtiyâriyledir; sırr-ı teklif zâyi olurdu. Eğer sırf bir hâdise-i semâviye olarak gösterilse idi, risâlet-i Ahmediye (a.s.m.) ile münâsebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı.
Elhâsıl: Şakk-ı kamerin imkânında şüphe kalmadı. katî ispat edildi. Şimdi, vukuuna delâlet eden çok bürhanlarından altısına
Hâşiye işaret ederiz. Şöyle ki:
Ehl-i adâlet olan Sahabelerin, vukuuna icmâı ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin, tefsirinde, onun vukuuna ittifakı ve ehl-i rivâyet-i sâdıka bütün muhaddisînin pekçok senetlerle ve muhtelif tarîklerle vukuunu nakletmesi ve ehl-i keşif ve ilham bütün evliyâ ve sıddıkînin şehâdeti ve ilm-i kelâmın meslekçe birbirinden çok uzak olan imamların ve mütebahhir ulemânın tasdiki ve nass-ı katî ile dalâlet üzerine icmâları vâki’ olmayan ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) o vak’ayı telâkkî-i bilkabul etmesi, güneş gibi, inşikak-ı kameri ispat eder.
Elhâsıl, buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesâbına idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat nâmına ve imân hesâbınadır. Evet, tahkik öyle dedi. Hakikat ise diyor ki:

Hâşiye
Yani, altı defa icmâ sûretinde, vukuuna dâir altı hüccet vardır. Bu makam çok izaha lâyık iken, maatteessüf kısa kalmıştır.