istimâli muktezâ-i hikmettir. Çünkü, harab olmuş dünyanın zerrâtını dünyada bırakmak veya ademe atmak israftır. Ve şu hakikatten pek muazzam bir "kanun-u hikmet"in ucu görünüyor.
Hem, mâdem şu dünyanın pekçok âsârı ve mâneviyâtı ve meyveleri ve cin ve ins gibi mükellefînin mensucât-ı amelleri, sahâif-i ef’âlleri, ruhları, cesedleri âhiret pazarına gönderiliyor; elbette o semerâta ve mânâlara hizmet eden ve arkadaşlık eden zerrât-ı arzıye dahi vazife noktasında kendine göre tekemmül ettikten sonra, yani nur-u hayata çok defa hizmet ve mazhar olduktan sonra ve hayatî tesbihâta medâr olduktan sonra şu harab olacak dünyanın enkazı içinde, şu zerrâtı dahi öteki âlemin binâsında derc etmek muktezâ-i adl ve hikmettir. Ve şu hakikatten pek muazzam bir "kanun-u adl"in ucu görünüyor.
Hem, mâdem ruh cisme hâkim olduğu gibi, câmid maddelerde dahi kaderin yazdığı evâmir-i tekviniye, o maddelere hâkimdir; o maddeler, kaderin mânevî yazısına göre mevkî ve nizam alabilirler. Meselâ, yumurtaların envaında ve nutfelerin aksâmında ve çekirdeklerin esnâfında ve tohumların ecnâsında kaderin ayrı ayrı yazdığı evâmir-i tekviniye cihetiyle, ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar. Ve o madde itibâriyle mahiyetleri
Hâşiye
bir hükmünde olan o maddeler, hadsiz muhtelif mevcudâta menşe’ oluyorlar, ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar. Elbette hidemât-ı hayatiye ve hayattaki tesbihât-ı Rabbâniyede defaatle bir zerre bulunmuş ise ve hizmet etmiş ise, o zerrenin mânevî alnında o mânâların hikmetlerini hiçbir şeyi kaybetmeyen kader kalemiyle kaydetmesi, muktezâ-i ihâta-i ilmîdir. Ve şunda pek muazzam bir "kanun-u ilm-i muhît"in ucu görünüyor.
Öyle ise zerreler
Hâşiye 1
başıboş değiller.
Netice-i Kelâm:
Geçmiş yedi kanun, yani kanun-u Rubûbiyet, kanun-u kerem, kanun-u cemâl, kanun-u rahmet, kanun-u hikmet, kanun-u adl, kanun-u ihâta-i ilmî gibi pekçok muazzam kanunların görünen uçları arkalarında birer İsm-i âzam ve o İsm-i âzamın tecellî-i âzamını gösteriyor. Ve o tecellîden anlaşılıyor ki, sâir mevcudât gibi şu dünyadaki tahavvülât-ı zerrât dahi, gayet âlî hikmetler için kaderin çizdiği hudud üzerine kudretin verdiği evâmir-i tekviniyeye göre hassas bir mîzan-ı ilmî ile cevelân ediyorlar. Âdetâ başka yüksek bir âleme
Hâşiye 2
gitmeye hazırlanıyorlar. Öyle ise zîhayat cisimler, o seyyah zerrelere güyâ birer mektep, birer kışla
Hâşiye
Evet, bütün onlar dört unsurdan mürekkebdir. Müvellidü’l-mâ, müvellidü’l-humuza, azot, karbon gibi maddelerden teşkil olunuyorlar. Maddece bir sayılabilirler; farkları yalnız kaderin mânevî yazısındadır.
Hâşiye 1
Şu cevap, yedi "mâdem" kelimelerine bakar.
Hâşiye 2
Çünkü, bilmüşâhede gayet cevâdâne bir faaliyetle şu âlem-i kesif ve süflîde pek kesretle nur-u hayatı serpmek ve iş’âl etmek, hattâ en hasis maddelerde ve taaffün etmiş cisimlerde kesretle taze bir nur-u hayatı ışıklandırmak, o kesif ve hasis maddeleri nur-u hayatla letâfetlendirmek, cilâlandırmak, sarâhate yakın işaret ediyor ki, gayet latîf, ulvî, nazîf, hayattar diğer bir âlemin hesâbına, şu kesif, câmid âlemi zerrâtın hareketiyle, hayatın nuruyla cilâlandırıyor, eritiyor, güzelleştiriyor. Güyâ latîf bir âleme gitmek için, zînetlendiriyor. İşte, beşer haşrini aklına sığıştıramayan dar akıllı adamlar, Kur’ân’ın nuruyla rasat etseler görecekler ki, bütün zerrâtı bir ordu gibi haşredecek kadar muhît bir "kanun-u Kayyûmiyet" görünüyor, bilmüşâhede tasarruf ediyor.