Evet terğib ve terhib, medih ve zemm, ispat ve irşâd, ifhâm ve ifham gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakàt-ı hitâbiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. Meselâ:
• Makam-ı terğib ve teşvikte, hadsiz misâllerinden, meselâ Sûre-i
-1-’de beyânâtı,
Hâşiye 1
âb-ı Kevser gibi hoş, selsebil çeşmesi gibi selâsetle akar, Cennet meyveleri gibi tatlı, hûri libası gibi güzeldir.
• Makam-ı terhib ve tehditte, pekçok misâllerinden, meselâ
-2- sûresinin başında beyânât-ı Kur’âniye, ehl-i dal sımâhında kaynayan rasâs gibi, dimâğında yakan ateş gibi, damağında yanan zakkum gibi, yüzünde saldıran Cehennem gibi, midesinde acı, dikenli darî’ gibi tesir eder. Evet, bir zâtın tehdidini gösteren Cehennem gibi bir azab memuru, öfkesinden ve gayzından parçalanmak vaziyetini alması ve
-3- söylemesi, söylenmesi, o Zâtın terhibi ne derece dehşetli olduğunu gösterir.
• Makam-ı medhin binler misâllerinden, başında
-4- olan beş sûrede beyânât-ı Kur’âniye güneş gibi parlak,
Hâşiye 2
yıldız gibi zînetli, semâvât ve zemin gibi haşmetli, melekler gibi sevimli, dünyada yavrulara rahmet gibi şefkatli, âhirette Cennet gibi güzeldir.
• Makam-ı zemm ve zecirde, binler misâllerinden, meselâ
-5- âyetinde dahi zemmi altı derece zemmeder; gıybetten, altı derece şiddetle zecreder. Şöyle ki: Mâlûmdur; âyetin başındaki hemze, sormak, "âyâ" mânâsındadır. O sormak mânâsı, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer.
İşte birinci: Hemze ile der: "âyâ, suâl ve cevap mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin birşeyi anlamıyor."
Hâşiye 1
Şu üslup-u beyân, o sûrenin meâlinin libasını giymiş.
Hâşiye 2
Şu tâbirâtta o sûrelerdeki bahislere işaret var.
1 İnsan üzerinden öyle bir devir geçti ki. (İnsan Sûresi: 1.)
2 Dehşeti her şeyi kaplayan Kıyâmetin haberi sana geldi mi? (Gàşiye Sûresi: 1.)
3 Neredeyse öfkeden parçalanacak! (Mülk Sûresi: 8.)
4 Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. (Fâtiha, En’am, Kehf, Sebe’, Fâtır Sûrelerinin 1. âyetleri)
5
Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? (Hucurât Sûresi: 12.)