İkincisi:
lâfzı ile der: "âyâ, sevmek, nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever."
Üçüncüsü:
kelimesiyle der: "Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimâiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder."
Dördüncüsü:
kelâmıyla der: "İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına, arkadaşını dişle parçalamayı yapıyorsunuz."
Beşincisi:
kelimesiyle der: "Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı mânevîsini insafsızca dişliyorsunuz. Hiç aklınız yok mu ki, kendi âzânızı kendi dişinizle divâne gibi ısırıyorsunuz."
Altıncısı:
kelâmıyla der: "Vicdânınız nerede, fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşine karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir iş yapılıyor." Demek, zemm ve gıybet aklen, kalben ve insaniyeten ve vicdânen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak; nasıl ki şu âyet, îcâzkârâne, altı mertebe, zemmi zemmetmekle i’câzkârâne altı derece o cürümden zecreder.
• Makam-ı ispatta, binler misâllerinden, meselâ
* ’de, haşri ispat ve istib’âdı izâle için öyle bir tarzda beyân eder ki, fevkınde ispat olamaz. Şöyle ki:
Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinde, Yirmi İkinci Sözün Beşinci Lem’asında ispat ve izah edildiği gibi, "Her bahar mevsiminde ihyâ-i arz keyfiyetinde üç yüz bin tarzda haşrin numûnelerini nihayet derecede girift, birbirine karıştırdığı halde nihayet derecede intizam ve temyiz ile nazar-ı beşere gösteriyor ki, bunları böyle yapan Zâta, haşir ve Kıyâmet ağır olamaz," der.
* Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O her şeye hakkıyla kàdirdir. (Rum Sûresi: 50.)